Kapat

Popüler Kategoriler

Bütün Kategoriler

71 kişi aldı

''Korkuyu Beklerken'' oyunu için biletler

Harbiye, Moda, Profilo AVM, Trump Kültür ve Gösteri Merkezi, Esenyurt

Trump Sahne

Mecidiyeköy, Mecidiyeköy Yolu Cd. No:12, 34400 MECİDİYEKÖY / İstanbul

Duru Kadıköy

Duru Kadıköy Ana Sahne Caferağa Mah. Dr. Esat Işık Cad. No:84 Moda MODA / İstanbul

Profilo Kültür Merkezi Küçük Salon

Profilo KM Küçük Salon Cemal Sahir Cad. No: 33 MECİDİYEKÖY / İstanbul

Kenter Tiyatrosu

Halaskargazi Cad. No: 9 HARBİYE / İstanbul

Torium Sahne

Turgut Özal Mahallesi, E-5 yolu Üzeri, 34513 Haramidere ESENYURT/AVCILAR / İstanbul

Detaylar

  • Bu fırsat ''Korkuyu Beklerken'' oyununun;

    • 6 Mart 2020 / 20:30 / Profilo Kültür Merkezi Küçük Salon
    • 28 Mart 2020 / 20:30 / Duru Kadıköy
    • 2 Nisan 2020 / 20:30 / Kenter Tiyatrosu
    • 25 Nisan 2020 / 20:30 / Torium Sahne'de gerçekleşecek gösterimleri için geçerlidir.
  • Rezervasyon gerekli değildir. Satın almış olduğunuz biletleri etkinlik saatinden 1 saat önce gişeden bilete çevirebilirsiniz.

  • OTURMA PLANI OTOMATİK OLARAK BELİRLENMEKTEDİR.

  • ALINAN BİLETLERDE İADE, İPTAL VE DEĞİŞİKLİK YAPILAMAZ.

  • Hizmete ilişkin biletinizi etkinlik mekanından istemeyi unutmayınız.

Öne Çıkanlar

  • Oğuz Atay’ın Aynı İsimli Hikayesinden...

  • ÖZET: Şehirden uzakta, ıssız, kendi tabiriyle “son kaldırım taşından bile elli beş adım ötede” bahçeli bir evde yaşayan karakterimiz, gereğinden fazla korkaktır. Zaten hikayeye de önceki gece evine dönerken kendisine saldıran sokak köpeklerinden duyduğu korkuyu anlatarak başlar. Köpeklerden kaçarken kendini birden bire evinde bulur ve biraz sonra da hikaye boyunca mücadele edeceği o büyük korkusuyla karşılaşır; bir mektup...

  • İstanbul'daki diğer tiyatro fırsatlarını incelemek için tıklayınız.

Korkuyu Beklerken!

Oğuz Atay’ın Aynı İsimli Hikayesinden...



ÖZET: Şehirden uzakta, ıssız, kendi tabiriyle “son kaldırım taşından bile elli beş adım ötede” bahçeli bir evde yaşayan karakterimiz, gereğinden fazla korkaktır. Zaten hikayeye de önceki gece evine dönerken kendisine saldıran sokak köpeklerinden duyduğu korkuyu anlatarak başlar. Köpeklerden kaçarken kendini birden bire evinde bulur ve biraz sonra da hikaye boyunca mücadele edeceği o büyük korkusuyla karşılaşır; bir mektup.

Rafın üstünde duran “üstü yazısız, pulsuz, damgasız” bu mektubun ne kimden geldiği, ne de içinde ne yazdığı anlaşılmaktadır. Bilmediği bir dilden yazılmış olan bu mektuptaki kelimelere anlam veremeyen karakterimiz, soluğu bir üniversitenin Ölü Diller Bölümü’nde öğretim üyeliği yapan eski bir arkadaşının yanında alır ve mektubu kendisine teslim eder. Bir kaç gün içinde de bilmediği dilden yazılmış bu mektubun asıl anlamına, öğretim üyesinden gelen bir telefonla kavuşur. Ubor-Metenga isimli gizli bir mezhep tarafından yazılan bu mektupta, karakterimize mektubu teslim aldığı andan itibaren evden hiç çıkmaması gerektiği tehditkar bir şekilde bildirilir. Asıl hikayemiz de bundan sonra başlar ve karakterimiz mücadelesini türlü şekillerde sürdürür.

Korkudan evden dışarı çıkamaz, vaktini okuyarak, yabancı dil çalışarak geçirir; aç kalır, parası biter, bitap düşer, kendini içkiye verir vs. Bu aslında bir çeşit onun gizli mezhebin korkusundan kaçma metodudur. Kendini küçük ayrıntılarla oyalar. Tüm bunları yaşarken ulaştığı tüm açmazlardan, sanki ilahi bir elin yardımı dokunurcasına oldukça absürt bir şekilde sıyrılır. Örneğin evdeki tüm yiyeceğini tükettiğinde mahalleye yeni açılan büyük marketin paket servis elemanı kapısını çalar; böylece evden çıkamadığı için yiyecek aldırma sorunu ortadan kalkar. Sipariş vermekten parası bittiğinde kapısını bankacılar çalar; bankadaki hesabına büyük ikramiye çıktığı bildirilir, para sorunu çözülür. Evde yalnızlıktan sıkıldığında komşusunun evini yıkıp yerine yenisi yapmak üzere yan tarafa inşaat işçileri gelir; yalnızlığını bütün gün bahçede onları izleyerek giderir. Ve en sonunda tüm bu kaçışların kendini oyalamak olduğu gerçeğiyle yüzleşip, gizli mezhebe yenildiğini kabullenerek isyan eder fakat bir karşılık alamayınca iyice çıldırır. Bu büyük kopma anında tam da evini yakmak üzere hazırlıklara giriştiği sırada, döktüğü benzinin evi tutuşturması için yere serdiği gazetelerden tesadüfen gizli mezhep çetesinin polis tarafından yapılan bir operasyonla çökertildiğini öğrenir. Böyle bir şeyle karşılaşacağını tahmin edemeyen kahramanımız, kendini büyük bir boşluğun içinde bulur. Ne yapacağını bilmez bir vaziyette kapı kapı dolaşır, dostlarına ve akrabalarına gider. Aradığı sıcaklığı ya da çareyi onlarda da bulamaz. Tekrar evine sığınmak için geri döndüğünde artık sığınacak bir evi de olmadığını görür; evi yıkılmıştır. Yandaki inşaat çalışmaları yüzünden oluşan toprak kayması evinin çökmesine sebep olmuştur. Kahramanımızın hikaye boyunca mücadele ettiği tüm o günlerde evde oluşturduğu düzen de gizli mezheple birlikte yıkılıp gitmiştir. Artık ne sığınacak bir ev ne de kendinde mücadele gücü bulamayınca son olarak çareyi evlenmekte bulur. Görücü usulü nişanlısıyla yemek yerken bu sefer dikkati diğer çiftlere takılır. Onların kendisinden daha mutlu olduğunu farkeder. Bunu belki de diğer çiftlerin görücü usulüyle değil de, doğal yaşantılarının tabii bir sonucu olarak tesadüf etmelerine bağlar; aralarında sevgi diye bir şey olduğunu farkeder. Hatta onların nişanlısıyla kendisine alaylı gözlerle baktığını düşünür. Bu alaycılığın sebebini, kendisinin mücadele ettiği açlık, yalnızlık ve gizli mezhep unsurlarından bihaber olmalarına bağlar. Bu sefer de onların başına birşey getirmek üzere kolları sıvar. İnsanlara tehdit mektupları yazmaya karar verir; Ubor-Metenga tehdit mektupları. Fakat bu Ubor dilini de öğrenemediği için çaresizlikten kendisine yazılan mektubun aynısını yazarak, mutlu çiftlerin evlerine bırakır. Yine de bu tehdit mektupları umduğu gibi insanları korkutamaz, onlara zarar veremez. Karakterimiz son olarak onlara ömür boyu derin ızdıraplar duyacakları, geri dönülmesi mümkün olmayan bir pişmanlık yaşatmak ister; en yakın karakola giderek insanlara tehdit mektupları yazdığını itiraf eder.

YÖNETMEN YORUMU: Korkularından başka silahı olmayan bir adamın, silahları parçalanana kadar mücadele ettiği bu kavgada anlatılanlar için aslında Oğuz Atay’ın bir başka Tutunamayan hikayesidir diyebiliriz. Yer yer bir rehber olarak da kullanmaya çalıştığım Tutunamayanlar’da bahsedilen “disconnectus erectus” türünden bir başka canlının yaşam mücadelesi anlatılıyor. Yine aynı romanda bu tür için yapılan tanım, bu fikrimi desteklemektedir;

“Tutunamayan (disconnectus erectus): Becereksiz ve korkak bir hayvandır. İnsan boylarında olanları bile vardır. İlk bakışta, dış görünüşü ile insana benzer. Yalnız, pençeleri ve özellikle tırnakları çok zayıftır. Dik arazide, yokuş yukarı hiç tutunamaz. Yokuş aşağı kayarak iner. (Bu arada sık sık düşer.) Tüyleri yok denecek kadar azdır. Gözleri çok büyük olmakla birlikte, görme duygusu zayıftır. Bu nedenle tehlikeyi uzaktan göremez. Erkekleri, yalnız bırakıldıkları zaman acıklı sesler çıkarırlar. Dişilerini de aynı sesle çağırırlar. Genellikle başka hayvanların yuvalarında yaşarlar ya da terkedilmiş yuvalarda yaşarlar. Belirli bir aile düzenleri yoktur. Doğumdan sonra ana, baba ve yavrular ayrı yerlere giderler. Toplu olarak yaşamayı da bilmezler ve dış tehlikelere karşı birleştikleri görülmemiştir. Belirli bir beslenme düzenleri yoktur. Başka hayvanlarla birlikte yaşarken onların getirdikleri yiyeceklerle geçinirler. Kendi başlarına kaldıkları zaman genellikle yemek yemeyi unuturlar. …

İçgüdüleri tam gelişmemiştir. Kendilerini korumayı bilmezler. Fakat -gene taklitçikleri nedeniyle- başka bir hayvanı yendiği görülmemiştir. Bununla birlikte, hafızaları da zayıf olduğu için, sık sık kavga ettikleri, bazı tabiat bilginlerince gözlenmiştir. Aynı bilginler kavgacı tutunamayanların sayısının gittikçe azaldığı söylemektedirler.”

Yine romanda anlatılan tutunamayan Selim Işık ‘la hikayemizin kahramanının isyanları birbirine çok benzer. Örneğin hikayedeki karakter; “Bunu bana yapmasaydın. Bunu bana yapmalarına engel olsaydın. Neden onlarla birlik oldun? Benden ne istiyorsunuz? Neden benimle bu kadar uğraşıyorsunuz? Neden herşeyi tam da istemediğim sırada veriyorsunuz bana? Neden bu kadar bekletiyorsunuz? Neden birşeyi elde etmenin anlamı kalmayıncaya kadar onu vermemekte ısrar ediyorsunuz”

şeklinde isyan ederken, romandaki tutunamayan Selim Işık ikinci tekil ağızdan yazdığı notlarında şöyle yakarıyor;

“Allahım, onu neden yalnız bıraktın? Neden yalnızlığının verdiği çaresizlikle can sıkıcı ilişkiler kurmasına izin verdin? Neden, geçirdiği her dakikanın hesabını sordun, içini ezdin? Neden, korkuyu göğsünden çekip almadın? Neden, suçluluk duygusunu üstünden atmasına yardım etmedin? Neden apartmanın bodrumunda saklambaç oynarken Ayla ile yalnız kaldığı zaman kıza dokunacak cesareti vermedin ona? Oysa, bu çeşit küçük cesaretleri en değersiz kullarından bile esirgememişsindir. İsa’yı neden bu kadar geç tanıttın ona? Neden günahlarının yükünü taşıyacak gücü ona da vermedin? Selim de, kendi çapında, bir kaç kişiyi kandırabilirdi senin yolunda. Meyvaları gösterdin de ağaca çıkarma becerikliliğini esirgedin. Neden küçük yaşta Latince, Eski yunanca, Fransızca, İngilizce filan öğretmedin ona? …”

Kahramanımız hayatla baş etme yöntemi olarak savaştığı korkularını aslında kendi yaratıyor. Öyle ki yeni bir korkuyla karşılaştığında eskisi bir anda yok oluyor. Mesela hikayenin başında köpekler kendisine havlarken yaşadığı korkudan bahsederken, mektupla rastlaştıktan sonraki gün köpekler başlarını bile kaldırmıyorlar. Ya da hikayenin sonunda insanlara tehdit mektupları yazması, yetmeyip karakoldaki ifadesinde kendini ihbar etmesiyle bu fikrimin altını çizdim ve kendimce ona göre bir reji uyguladım. İnsanlarla, hayatla, kendisiyle ve tabiatla sürekli yarışan ve bir türlü yenişemeyen bu adamın dikkat çekmek için yaptığı her hamle (şehirden kaçması, insanlardan uzaklaşması, kendisini yalnızlığa mahkum etmesi) aslında insanlara haykırdığı bir yardım çığlığıdır. Fakat kimse duymaz. Sanki zamanın boşluğunda asılı kalmış öylece sallanmaktadır. Bu yüzden sahnede dekor olarak kullandığım her objeyi (kağıtlar, kitaplar, mektup gibi) tavandan astığım misinalarla sallandırdım ya da fondaki perdeye sabitledim ve ana malzemem olan mektubun korkusunu vurgulamak adına sahnenin ön tarafında sallandırdığım zarfı normal boyutlarından on kat büyük yaptım. Tüm bu uydurma korkuların oluşturduğu yapaylığı belirginleştirmek adına da basit efektler (köpek havlaması, kapı gıcırdaması, telefon çalması vs.) kullandım.

Kendisi sırf gösteriş olsun diye medeniyetten kaçan insanların görüntüsüne bürünebilmek için ıssız bir yerde bahçeli bir ev tutmuştur, fakat onun da her yerini otlar sarmıştır. Bu detaydan yola çıkarak kostüm olarak renkli-desenli parçalar ve karakterin yakasına bir çiçek taktım. Işık olaraksa sadece oyunun başında ve sonunda duş ışık, kalanındaysa genel ışıkla devam ettim.

Diğer İstanbul Fırsatları